24 Şubat 2008 Pazar

Mersin'de nerelere gitmeli?


Tarsus

Anadolu’nun en eski yerleşim birimlerinden biri olan Tarsus aynı zamanda Kilikya’nın başkentiydi. Eski çağlarda tarihi, kültürel ve ekonomik yönleriyle en önemli kentlerinden biridir. Gözlükule Höyüğü’nde yapılan kazılar, bu yörede ilk yerleşmenin Yeni Taş Çağı dönemiyle başladığını ortaya koymuştur. Tarsus’un ismi ve kuruluşu hakkında, mitolojilerde ve eski yazarların anlatımlarında çeşitli bilgiler bulunmaktadır.


Bir süre Asur egemenliğinde kalan yöre, daha sonra Perslerin, M.Ö. 333’te ise Büyük İskender’in yönetimine girmiştir. Büyük İskender, M.Ö. 333’da o yıl Gülek boğazından geçerek Tarsus düzlüğüne iner. Antik tarihçiler, İskender’in Tarsus’a geldiğinde, yorgun ve hasta olduğunu veya teri kurumadan Tarsus şelalesinin soğuk suyunda yıkanması ile hastalandığını, yazarlar. M.Ö. 66’da Kilikya bir Roma vilayeti olunca, Tarsus’da buranın merkezi durumuna getirilir. Tarsusda bulunan kitabelerde, buranın özgür bir kent olduğu yazılıdır. Tarsus, Roma döneminde Kilikya’nın en önemli ve en büyük limanı haline geldi. Tarsus’un denizle bağlantısını sağlayan, eski adıyla Kydnos olan Tarsus Çayıdır. Tarsus Çayıyla beslenen ve şimdi Karabucak Ormanı içerisinde kalan Rehgma Lagün gölü, çok sayıda geminin barındığı korunaklı doğal bir iç liman olarak hizmet vermekteydi.


Tarsus, Pavlus’tan başka, IV. yüzyılda yaşamış olan Diodoro adlı bir kilise büyüğünün şehridir. Diodoro 378 yılında Tarsus episkoposluğuna getirilir. O zamanki dini sapkınlıklarla mücadele etmiş olup yazdığı eserlerinden birçoğu günümüze kadar korunmuştur. 637’de Arapların işgaline uğramış, daha sonra Bizanslılar ve Araplar arasında sürekli el değiştirmiştir. 965’de Bizanslıların, 1082’de Selçukluların, 1097’de Haçlıların eline geçen Tarsus, 1516’da Yavuz Sultan Selim tarafından Osmanlı topraklarına katılmıştır.

Antik yazar Strabon, birçok filozof, dil bilgini ve şairlerin Tarsus’da yaşadığını, onların kültür hayatına olan etkilerini, her konuda büyük bir gelişme içindeki Tarsus’un bir bilim ve üniversite kenti olduğunu yazmaktadır.

Müslüman Araplar ile Bizanslılar arasında bir uç kenti olan Tarsus, Antik Çağlarda olduğu gibi bu dönemde de ön plana çıkmış, İslam kültür ve sanatının önemli bir merkezi haline gelmiş, birçok İslam bilgini kente yerleşmişti.

Antik Tarsus bugün tipik Akdeniz mimari özelliklere sahip birçok evleriyle zengin yeni Tarsus’un 5-6 metre altındadır

Eshab-ı Kehf (Yedi Uyurlar Mağarası)

Tarsus’un kuzeybatısında 14 km. uzaklıkta Dedeler Köyündedir. Kuran-ı Kerim’de Kehf Suresinde sözü edilen bu mağara Müslüman ve Hristyanlarca kutsal sayılır. Mağaraya 15-20 merdivenle inilir.

Eshab-ı Kehf Mağarasına ait bir efsane halk arasında anlatılır; "Mitolojik tanrılara inanışın, gücünü kaybettiği dönemlerde, tek Tanrıya inandıkları için eziyet edilmekten kaçan Hristiyan dinine mensup Yemliha, Mekseline, Mislina, Mernuş, Sazenuş, Tebernuş ve Kefeştetayuş adında yedi genç, Putperestliğe dönmeyi kabul etmediklerinden Rum Hükümdar Dakyanus’un huzuruna çıkarılmışlar. Bu hükümdar, Putperestlik dinine bağlı kalmalarını, aksi takdirde kendilerini öldürteceğini söyleyerek birkaç günlük zaman vermiş. Köpekleri Kıtmir ile birlikte bu yedi genç ölümden kurtulmak için verilen süreden fayadalanarak kaçmışlar ve bu mağaraya sığınmışlar. Allah tarafından kendilerine 300 yıl süre bir uyku verilmiştir. İlk uyanan, yiyecek almak için kente gider ama, elinde bulunan zamanı geçmiş para yüzünden yakalanır. Yakalayan parayı nerede bulduğunu ve oraya götürülmesini ister. O da yalnız olmadığını yedi arkadaşıyla beraber mağarada kaldığını söyler. Onunla birlikte mağaraya geldiğinde yedi yavru kuşun tünediği bir yuvadan başka bir şey görmemiştir. Bu nedenle burası "Yedi Uyurlar Mağarası" diye de anılır.

Halk arasında ziyaret dağı olarak bilinen dağ, konik biçimi ve topoğrafik görünümü itibariyla doğal bir özellik arz eder. Mağara 300 m2 büyüklüğünde 10 m yüksekliğindedir. Mağaranın içinde 3 tünel mevcuttur. Eshab-ı Kehf Mağarasının yanına Osmanlı Padişahı Abdulaziz tarafından 1873 yılında bir mescit yaptırılmıştır.


Tarsus Şelalesi ve Roma Mezarları


Tarsus İlçe Merkezinin kuzeyinde Berdan (Kydnos) Çay’ı üzerindedir. Berdan nehrinin bu bölümünde nehir suyu 4-5 metrelik bir yükseklikten dökülerek şelale meydana getirmektedir. Romalılar döneminde şelalenin bulunduğu alan nekropol (mezarlık) olarak kullanılmıştır. Şelalenin bulunduğu alanda konalemera yapıya sahip kayalara oyularak yapılmış mezarlar nehrin akış yükseltisi altında ortaya çıkmasından sonra oldukça tahrip olmuş durumdadır.

Tarsus Museum

Çarşıbaşındaki Kilisenin 1102 yılında St. Paul Katedrali olarak yapıldığı söylenmektedir.Roma sitilinde kalın ve yüksek duvarları, iç kısmı geniş, dışa bakan tarafı dar, derin pencereleri ve kalın sütunları ile dikkat çekicidir. 1415 yılında Ramazanoğlu Ahmet Bey tarafından onarılarak camiye çevrilmiştir. . Bazı kaynaklarda Ortaçağın başlarına ait bir Ayasofya Kilisesinden söz edilir ve Papa’nın elçisi Mainz Piskoposu Konrad Von Wittelsbach’ın 6 Ocak 1198’de burada,Ruppenlerden l.Leon’u Ermeni Kralı olarak tanıdığı ve taç giydirmiş olduğu anlatılır.1704’de Tarsus’a gelen P.Lucas’da burada bir Grek ve bir Ermeni Kilisesinden söz ederek Ermeni kilisesinin Paulus’un kendisi tarafından inşaa edildiğini belirtir.1851 yılında Tarsus’a gelen V.Langlois de bu kiliseyi ziyaret etmiştir. Roma stilinde kalın ve yüksek duvarları,iç kısmı geniş,dışa bakan tarafı dar,derin pencereleri ve kalın sütunları dikkat çekicidir. Kilisenin bahçesine.batı yönde bulunan ve cephesi oldukça süslü bir kapıdan girilir.Yapı bu bahçe içerisinde yaklaşık 460 m2.lik bir alanı kapsamaktadır.Kesme taşlarla inşaa edilen yapının dış uzun cephelerinde kör kemerler bulunmaktadır.Batıdaki ana kapıdan girilen salonun genişliği 19.30 m.,uzunluğu 17.50 m.dir.Girişin sağında ve solunda birer yarım plaster sütun ve bu sütunların hizasında salonu üç sahına (nef) ayıran,ikişerli iki sıra halinde dört serbest sütun yer alır.Kuzey ve güney duvarlarda da yine yarım sütunlar bulunmaktadır.Aslında bu sütunlar gri renkli granit olup,antik çağ yapılarına ait olmaları muhtemeldir.Orta salonun genişliği 12.60 m.olup,üzeri tonozludur.Tavanın merkezine rastlayan bölümde,ortada Hz.İsa olmak üzere doğuda Yohannes ve Mattaios,batıda Marcos ve Lucas’ın freskleri bulunmaktadır.Yapının kuzey-batı köşesinde ise bir çan kulesi yer almaktadır.Yapı ve çevresi yıl içerisinde oldukça büyük bir restorasyon görmüş, çevre düzenlemesi ve istimlak ile düzenlenmiştir.

Hiç yorum yok: